“O çocuk o hareketi nasıl yaptı lan!” diye düşündü küçük ve devam etti “Kolu çevirip…
Yazar: Ömür Yanıkoğlu
Yazmaya Nereden Başlamalıyım
Yazmaya başlamadan önce ne yaptığımızı ve ne amaçla yaptığımızı bilmek gerekir. Yazmak nedir? Ne için yazıyoruz (ki bu son derece kişisel bir sorudur ve cevabı da kişiye mahsustur)? Ancak bu soruların cevabı bilinmediği müddetçe “nasıl yazarım?” sorusunun cevabı aranmalıdır.
Şu çok iyi bilinir ki yazmak insan doğasına paralel bir eylemdir. Her ne kadar insan evrenin yaratıcısı olmasa da kurmaca dünyanın yaratıcısı olarak son derece içgüdüsel bir duyguyu beslemektedir. Yazmak bir anlamda yaratmak ve yaradanı taklit etmektir. Bu anlamda manevi bir eylemdir.
Günümüzde yazı bir terapi metodu olarak da kullanımaktadır. Yazan kişilerin psikolojik anlamda son derece rahatladıklarını gösteren araştırmalar ve bilimsel bulgular mevcuttur. Ayrıca yazmak yazarak düşünmeyi de beraberinde getirdiğinden yazar olmanın zihinsel kapasitenin gelişimi açısından da faydalı olduğu daha önce bir çok çalışma ile gösterilmiştir.
Bunun dışında bazı kimseler de gündelik yaşantılarının notlarını tutmak için yazar. Örneğin gördüğü güzel bir kadını kelimelerle kaydeden veya başından geçen heyecanlı bir olayı yazarak kaydeden kişiler de mevcuttur.
Nasıl Yazmalı?
Yazarlığı hem zor hem de zevkli kılan unsur yazarın uzun süre kişiler, kavramlar ve olaylar üzerine düşünmesidir. Daha da zor olanı ise bir kurmaca eser çerçevesinde kavram, karakter ve olayları birbirine bağlamak ve uzun soluklu bir süreçte ilerletmek; ilerletirken de okuyucuya kyif ve heyecan vermektir. Özetle ve çok kabaca iyi yazmanın üç altın kuralından bahsedebiliriz:
Uzun zamandır kısa film denk gelmiyordu. İzleyecek bir film ararken, film listesinde sayfalarca geri gittikten…
Nevzat TARHAN
Hoşlanmadan anlaşılan şey, tarafların algılamalarındaki benzerliktir. İnsan hoşlandığı kişi hakkında olumlu değerlendirmelerde bulunur ve hoşlanan iki insan arasında karşılıklı güven sözkonusudur.
Sevgi ise şemsiye bir tanımdır. Hoşlanmayı da içinde barındırmakla birlikte sevginin karakteristik özelliği bağlılıktır. Sevgi; ilahî sevgi, insanî sevgi, erotik sevgi diye farklı gruplara ayrılabilir. İnsanın olgun özelliklere, güçsüz ve zayıf insanlara, hayvanlara olan sevgisi bu alt grupları oluşturur.
Aşk, sevginin tutkulu ve derin biçimidir. Aşkın en önemli özellikleri; sadakat, bağlılık ve şefkattir. Bu üç hususiyet, aşk ile sevgi arasındaki farkı gösterir. Âşık olan kişide önceliği duygular almış ve muhakeme ikinci plâna düşmüştür. İhtirasla seven kişilere ‘delicesine âşık’ denilmesinin sebebi de budur. Âşık, sevdiği için kendi çıkarını terk eden kişidir.
Aşkta hoşlanma ve sevgide yaşanandan farklı olarak şefkat vardır. Genel olarak aynı doğru üzerinde bulunduğu düşünülse de sevgi ile şefkat birbirinden ayrı şeylerdir. Bir insanın aşık olup olmadığı onun şefkatine bakarak anlaşılabilir. Ayrıca şefkat, karşılık beklemez ve şarta bağlı değildir. Şefkat hisseden kişi aşık olduğu insanı ne pahasına olursa olsun mesut etmek ister.
Âşık, ‘Onu mutlu etmeliyim’ düşüncesiyle hareket eden, sevdiğine karşı her türlü fedakarlığa hazır insandır. Hakiki aşk, tanımlanarak yaşanan aşktır. Aşk, samimiyet ve içtenlik taşıyan bir histir. Âşık, ‘sevdiğime bütün sırlarımı anlatabilirim ve o hayatımdaki en özel kişidir’ diye düşünür. Ayrıca aşkta mantığın ikinci plânda olduğu, tutkunun yaşandığı bir boyut vardır.
Aşk ile bağlılık arasında da yakın bir ilişkiden sözedilebilir fakat her aşk bağlılık, her bağlılık da aşk demek değildir. Bazı insanlar birbirlerine bağlı olduklarını zannetseler de onları bir arada tutan, ortak menfaatleridir. Çıkar ortadan kalktığında sevgi ve aşkta uçar. Menfaat özellikle mecazî sevgilerde görülür.
Meselâ, bir insanı fizikî güzelliği için seven kimse, güzellik ortadan kalkınca sevmekten vazgeçer. Oysa gerçek aşkta karşıdaki insanın kimliğini sevme duygusu hâkimdir. Bir kimse sevdiği kimse için ‘onunla beraber olmadığımda mutlu değilim’ diye düşünüyorsa bu aşktan kaynaklanan bağlılıktır. Ama vatanî görev gibi mecburen hissedilen bağlılıklar da vardır.
Kadın erkeğe, erkek kadına sadıktır lâkin; sevmez ve öfkelene öfkelene bağlıdır. Pek çok evlilikte olduğu gibi itaat vardır ancak bu, askerî görevden kaynaklanan bir itaate benzer.
Burada zaman zaman bağlılıkla karıştırılan bağımlılık kavramını da açıklamakta fayda var: Bağlılıkta kişi sevdiği insan tarafından psikolojik ihtiyaçları karşılandığı için tatmin duygusu yaşar. Oysa bağımlılık çıkar ilişkisidir. Tıpkı başka şansı olmadığı için oluşan şirket ortaklığı gibi…
Aşk Nedir?
Prens Charles ile Lady Diana evlenirken, gazeteciler ‘birbirinize aşık mısınız?’ diye sorduklarında onlar ‘aşk ne demekse biz oyuz’ dediler. Bu cevap üzerine gazeteciler, ‘aşkın ne olduğunu bilmiyorlar’ diye yazarak, yeni evli çiftle dalga geçtiler. Biraz politik bir cevap olmakla beraber Prens Charles’in söylediği, doğruydu. Yani aşktan ne anlıyorsanız aşk,odur.
Geçenlerde, ismi lazım değil (Hikmet Baysal, nam-ı diğer Bilo Ağa) bir arkadaşımın düğününe, Çorum’a gittim.…
Sizi arkadaşı olarak gören ama iş ilişkiniz olan biri, gerçekten arkadaşınız olmayabilir. Bunu fark ettiğinizde…
Bugün öğleden sonra ofise gidip çalıştım; Pazartesi’ye yetiştirmem gereken bir iş var. İyi ki çalışmak için ofise gitme fikrini sonunda gerçekleştirebildim; evde sağlıklı çalışamıyorum doğrusu.
Sonuç olarak bugünkü çalışmamın karşılığında akşam bir film izlemeyi hak ettiğimi düşündüm ve bu kez fantastik filmler kategorisindeki filmlerden IMDB puanı sekize yakın olan bir filmi seçtim: A Little Princess (Küçük Prenses).
Yine güldüm, yine üzüldüm, yine hayran oldum, yine kızdım. Filmde iyi bir baba, iyi bir kız çocuğu, savaşın kötü havası ve sonuçları, zalim insanlar, kendi askerinin anısına ihanet eden sorumsuz hükümetler, küçük hayaller ve büyük mutluluklar var.
Bu akşam kuzenim ve kardeşimle sinemaya gitmek için sözleştik, Cehennem Melekleri 3’e. Gittik de. Fakat benim “Öyle bir filmdi ki :)” dediğim film o değil!
Seans akşam ondaydı ve çıkmadan önce kardeşimle dışardan bir şeyler söyledik, yemek yerken de internette komedi kategorisinde karşıma çıkan filmlerden birini açtım; ismi ilgimi çekmişti: Miss Pettigrew Lives for a Day, Türkçe’ye Öyle bir gündü ki diye çevrilmiş.
Daha önce izlediğim pek çok filmden farklıydı. Bir an gülümserken birden kalbinizi burkan ve bu sırada size sahip olduğunuz maddi değerlerin kıymetini hatırlatan, aynı zamanda da sahip olamadığınız erdemler hakkında sizi düşünmeye iten, bence, çok hoş bir filmdi :)