Adanmış bir hayat: Ana

Hayatınızın ne kadarı size ait, ne kadarını sevdiklerinize ayırdınız? Hayatınızdaki insanları düşünün.. ailenizi, arkadaşlarınızı, hayranlık duyduğunuz kimseleri düşünün. Hangisi için hayatınızın neredeyse her gününü çalışarak geçirirdiniz, dünyevi zevklere azıcık bile vakit ayırmadan, tek başınıza yaşardınız ve gelirinizin tamamına yakınını on(lar)a gönderirdiniz? Ya da, daha doğrusu, bu saydıklarımdan herhangi biri için yapabilir miydiniz bunu?

Ben cevap vermekte zorlanıyorum. Başa gelen çekilir demek geliyor içimden ama o kadar kolay olmadığını düşünüyorum.

Fakat zormuş, değilmiş, düşünmeden her sıkıntıya katlanacak öyle bir insan var ki, o, bir anne, çocukları için bir kerede hayatından vazgeçebilir ve ömür boyu sürecek yalnız mesaisine, onlar için seve seve katlanabilir.

Önceki gün metroda böyle bir anneyle karşılaştım, gerçek ismini vermeyeceğim ve ona Ana* diyeceğim. Bindiğimiz metro Aksaray’da mı duracak, yoksa Yenikapı’ya kadar mı gidecek, onu tartışırken, tatlı bir sohbet başladı aramızda. İlerleyen her dakikada, daha da hayran oldum Ana’ya.

51 yaşında bir anne. Gelirleri çok iyi olmayan yetişkin çocukları ve eğitimlerini sürdüren torunları var. Yıllarca hem Gürcistan’da, hem Rusya’da çalışmış. Uzun zamandır da Türkiye’nin çeşitli illerinde çalışıyormuş. İnşaatlarda çıraklık yapmış, hizmetçilik yapmış ve kendini yetiştirdiğinden beridir de hasta bakıcılık yapıyormuş. Bakımını yaptığı insanların evinde konaklıyor ve karnını da burada doyuruyormuş. Gelirinin, zaruri ihtiyacını ayırdıktan sonra kalan kısmını ikiye bölüp kızına ve oğluna gönderiyormuş.

On beş yaşında evlenmiş Ana ve yirmi yıl önce kaybetmiş eşini. Tekrar evlenmemiş. Çalıştığı yerlerde görevi olmayan işleri de ona yükleyip, gelirini arttırmadan mümkün olduğunca çok çalıştıran aileler de olmuş, onu ailelerinin bir parçası olarak görüp, benimseyen, gerçekten vefa duyduğu aileler de. Bunlardan birisi, uzun yıllar bakımını yaptığı teyzenin vefatından sonra yalnız kalan, her hafta ziyaret ettiği, ‘Dede’ diye hitap ettiği birisi. Öyle ki, tek izin gününde onu ziyaret ediyor, evini temizleyip yiyecek bir şeyler hazırlıyor ve onunla sohbet ediyor. “Bunun için para alıyor musunuz peki?” dediğimde çok mahçup oldu “Nasıl alırım?! Alamam ki..” dedi ve ekledi “Beni şu kadar yıl yanlarında huzur içinde barındırdılar, haklarını ödeyemem.”. Teyzenin vefatından sonra aylarca iyi bir aile aramış yanlarında çalışıp barınabileceği ve şimdi çalıştığı aileyi bulmuş. Onlardan da memnun çok şükür. “Önemli olan iyi bir aile” diyor, gelir sonra geliyor onun için. Kazancının, bir Türk bakıcının kazancına eşit olamayacağını söylüyor, “Vermezler ki..” diyor. Ben ısrarla “Verirler, siz isteyin yeter ki, olur mu öyle şey!?” diyorum fakat kapitalist sistemde en küçüğünden en büyüğüne tüm hizmet alımı gerçekleştiren kişi ve kurumların, mümkün olan en az ücretle ihtiyaçlarını karşılamak istediklerini de içten içe biliyorum. Aksine inanmak ve inandırmak istiyorum belli ki Ana’yı ama umarım onu zor durumda bırakacak düşüncelere sebebiyet vermemişimdir.

Ayrıca işini de severek yapıyor Ana. “Benim hastalarımda yara olmaz!” diyor. İlk çalışmaya başladığında yarası oluyormuş genelde hastaların ama o havuçlu bir karışım kullanarak ve her gün pansumanı değiştirerek bir haftada iyileştiriyormuş hepsini. Sağolsun bana da küçük bir tavsiye salık verdi, anneannemle ilgilenen anneme iletmem için: yatağının altına içi su dolu büyükçe bir leğen koyup, iki günde bir suyunu değiştirmemizi önerdi. Bu havayı yumuşatarak yara oluşmasını engelliyormuş. “Nereden öğrendin bunları?” dedim, birazını denk geldiğim yazılarda okudum, birazını televizyonda izledim, dedi. Kısıtlı kaynağını fayda sağlayabileceği bilgiler edinmekte kullanabilmiş Ana. Bir an düşündüm, elimizin altındaki sınırsız olanaklarla işimizde ve yaşamımızda ihtiyaç duyduğumuz alanlarda uzman olmamızı engelleyen hiç bir şey yok doğrusu, tembelliğimizden başka.

Son olarak, işin benim için en dikkat çekici noktası hayatını bu denli çocuklarına ve vefa duyduğu ‘Dede’ye vakfetmiş bu insanın/annenin/şevkat timsalinin, bir hayli mutlu ve güler yüzlü olması. Elbette küçük mutluluklar buluyordur günlük yaşamında, tanımadığı benimle bile böyle güzel sohbet edebilmesi de bunlara örnek olabilir ama bunlarla yetinebilen kaç insan tanıdınız tüm hayatınız boyunca?

Benim annem, anneannem, kuzumun annesi ve benden birkaç yaş büyük, evli bir arkadaşım var örnek verebileceğim. Şimdi bir de Ana var. Etti beş. Hem az hem çok benim için. Sizin sayınız kaç?


(*) Gerçek adını vermek doğru olmaz düşüncesiyle, temsili bir isim kullandım. Gürcü kız çocuklarına verilen isimlere baktığımda Türkçede kullandığımız Ana kelimesinin, Gürcü kızlarına verilen Lütuf manasındaki bir isim olduğunu şuradan öğrendim ve bunu kullanmaya karar verdim.