Yaklaşık on bir saattir yoldayız ve artık uyumak istiyorum; evimin kapısından içeri girdiğimde önce salonun camını açmak, ardından da valizi bir kenara savurup, gömleği antrede, pantolonu yatağın kenarında çıkarıp öylece yatağıma uzanmak ve kayıtsız şartsız uyumak istiyorum. Bu hayali öyle çok tekrarladım ki aklımda, koyun sayar gibi, içim geçmiş azıcık. Tam o anda, korna sesleri yükselmeye başladı; sanki benim uykuya dalmamı bekliyordu yoldaki tüm şöförler kornalarına abanmak için! Gözlerim ışığa alışana kadar farkedemedim ne olduğunu. Meğer trafik durma noktasına gelmiş; en önde bir iki tane ağır vasıta, geçit vermiyor arkadakilere. Bu insanları anlamak güç! Sanki siz kornaya basınca yol birden açılıverecek!? Birbirinizi cezalandırmaktan başka ne işe yarar bu? İlerde uygun bir yer bulunca sollamaktan başka seçeneğiniz yok ki, bu çaba niye? Anlamak güç gerçekten…
Sorularıma yanıt ararken annesinin dizlerine başını koymuş mışıl mışıl uyuyan küçük tatlı kızı farkettim; sarı saçları annesini kucağına dağılmış, dudakları kurumuş, iç çeke çeke uyuyordu minik. Yedi yaşlarında olmalıydı. Trafiği, kornaları ve hatta tüm sinirimi unutmuş, onu seyrediyordum. Sonra yavaşça gözlerini araladı. Annesine uykulu bir sesle “Anne, susadım…” dedi. Annesi nazikçe kızını kucakladı ve onu yanındaki koltuğa oturttu. Küçük kız, hala yarı uykuda olduğundan, başını geri attı ve annesinden tarafa dönüp “Anne, suu..” diye inledi. O sırada muavin bizim bulunduğumuz tarafa geliyordu. Anne onu eliyle çağırdı ve yanına geldiğinde “Kızıma bir bardak su getirir misin, evladım?” dedi. Muavin bir pet şişe suyla birkaç tane bardak getirdi ve doldurmaya başladı. Annesi “Dur, dur yeter, sağolasın.” dedi ve aldı bardağı. Zaten yarısı dolu olan plastik bardaktaki suyun birazını içirebildi annesi küçük kızına. Sonra “Uyuma artık kızım, bak az kaldı, birazdan ineceğiz.” dedi. Kız “Geldik mi?” dedi. Sesinde merak ve sevinç bir aradaydı; önce inanmak, sonra da mutluluğu yaşamak istiyordu. Annesi başıyla onaylayınca kız annesine sarıldı ve yine annesinin kucağına doğru kayıp, gözlerini kapattı.
Annesi kızının başını okşarken kendi uykusunu açmaya çalışıyordu; diğer eliyle gözlerini oğuşturdu ve yola baktı, nerede olduğumuzu anlamaya çalışarak. Şu an Yalova’daydık, şehre gireli ne kadar olmuştu hatırlamıyorum ama saat sabahın yedisi ve dükkanlar açılmaya başlamış bile. Kadın muavini tekrar yanına çağırdı bir süre sonra. Ona “Biz benzinliğe gelmeden, kavşağı geçince ineceğiz, evladım. Kaçırmayalım, olur mu?” dedi. “Peki teyzecim.” dedi muavin ve ekledi “Az kaldı zaten, hazırlanın isterseniz. Valiziniz var mıydı?” Kadın “Var, evladım..” dedi ve kızını kaldırmaya koyuldu. Küçük kız ne olduğunu anlamaya çalışıyordu; konuşulanları duymamıştı herhalde. Annesi eşyaları toparlarken minik bir tebessüm konuverdi yüzüne. Gözlerini oğuşturdu iyice. Annesi, monutunu giydiririken kocaman esnedi, gerindi. Artık inmeye hazırlardı. Kavşağı gördüm ve az ilerisinde, yolun kenarında duran kısa boylu, göbekli bir adam dikkatimi çekti. Daha da yaklaşınca onun da otobüse baktığını farkettim; çaprazımda oturan bu kadını ve çocuğunu karşılayacak kişi bu adamdan başkası olmazdı. Otobüs durdu, orta kapı açıldı ve küçük kız iki sıçramada aşağıya indi. İnerken dudaklarından bir kelime çıkmış ve buhar olup havaya karışmıştı yavaşça: “Baba!”
Küçük kız, uyku mahmuru olmanın verdiği yorgunlukla belki, çok zor tamamlamıştı tek kelimelik cümlesini. Ama babası, küçük kızı ona seslenmeseydi de otobüsün kapısı açılmadan önce bile pür dikkat onu seyrediyordu sanki. Kız bir adımlık mesafeyi koşarken babası kollarını açmıştı çoktan. Birbirlerine sarıldıklarında onun da dudaklarından bir tek kelime süzülüverdi: “Kızım!”
Küçük kızın solgun nidasında, o coşkulu mutluluğu hissettiğim gibi, babanın bu neredeyse fısıltıyla söylediği sözcükte de sonsuz bir şefkati yüreğimin derinliklerinde hissettim! İçinde fırtınalar kopuyordu ikisinin de, yer yerinden oynuyordu günler süren özlemin ardından ama sadece küçük bir kelimeyle tüm şiddetini hissettirebiliyorlardı birbirlerine, yüreklerinde taşıdıkları eşsiz sevginin…
Anne de inmişti otobüsten. Baba, kızından ayrılmadan onu da aldı kollarının arasına, öptü ve bağrına bastı ailesini.
Kontrolsüz bir şekilde gülümsüyordum ve bu gülümseme yüzümden hiç gitmesin istiyordum. Gözlerimde bir damla yaş, akmamak için kirpiklerime tutunuyordu ve kalbim ritim tutuyordu içimde yaşadığım karmaşaya. Bu gülümsemede bir ailenin mutluluğu, kısa boylu ve göbekli bir adama yenilmişliğin hüznü ve sevgiye olan bir ömürlük özlem saklıydı…
Ömür YANIKOĞLU
26.11.2010