Özünde insan vardır sevmelerin!

Kaç yaşıma gelirsem geleyim çarpışan arabaları sevmekten vazgeçemem herhalde. Tamam, pek sık gitmem lunaparka ama yine de çarpışan arabaları severim. Kim sevmez ki… Birkaç kişinin “Ben sevmem lunapark, falan!” dediğini duyar gibi oldum. Bu bir hastalıktır, kurtulun ondan!

Çarpışan arabaların yeri her zaman ayrıdır ya, bu konuda fikir belirtmek istiyorum aslında. Yeri ayrıdır; çünkü tanımadığımız insanlarla, konuşarak değil ama birlikte eğlenerek, aynı anı paylaşarak iletişime geçeriz. Bu eğlencenin küçük bir parçası oluruz ve ne kadar çok parça varsa o kadar eğleniriz. Özünde insan vardır bu sevmenin. Boş bir pistte sağa sola çarpan, tek bir çarpışan araba düşünün! Ben yazarken bile hüzünlendim. Ama sayı iki olduğunda eğlence başlıyor ve sayı arttıkça eğlence de katlanarak artıyor.

Hayat da bir çarpışan araba pisti gibi aslında. Çok büyük bir pist hem de; öyle böyle değil. İçinde milyarlarca araba da olsa, bazen çarpacak bir tane bile bulunmuyor. Sonra ummadığın bir anda biri gelip arkadan bi geçiriyor, hobaa! Bütün sıkıntı, gitti… Kır direksiyonu, bas gaza; sıra sende artık!

Sevdiğiniz şeyleri düşünün. Bazen gecenin bir vakti battaniyeye sarılıp, film seyretmek mutlu eder beni. Bu mutluluğun özünde de insan var! Nasıl mı? Farklı hayatlar, farklı insanlar var filmde. İnsana dair her yeni bilgi, doğal olarak insanı çağrıştırır bende ve filmdeki karakterler gerçek hayatta olmadıklarına göre, olabilecekleri kadar gerçekler yanımda. O zaman, film seyreden biri aslında yalnız değildir, diyebiliriz belki.

Birden aklıma geldi:
Hayat öyle güzel ki.. Ama bir o kadar da geçici; sürekli akıp giden zaman onu da beraberinde götürüyor, bir kum tepesi gibi yavaş yavaş eritiyor. Ben çok okumam… Çok yazmam da… Ama okumayı da, yazmayı da severim. Biraz kaçamak bir yaklaşım olabilir ama olsun: Ben hayat bitmeden çok tüketmenin değil, tükettiğim kadarıyla mutlu olmanın peşindeyim.
Ömür YANIKOĞLU – 17.10.2010 – 19:09

Sokakta yürümeyi de çok severim. Bir hedefim olmasına gerek yok. İnsanların hayatları bir bir yanımdan akıp geçer, benim hayatım da onların arasından süzülerek ilerler. Gez dolaş, sonra başladığın noktaya geri dön. Terapi gibi gelir bana; hayatın, hayatların ve farklılıkların ayırdına varıyorum bunu her yaptığımda. Farklılık… Fark! Bu da irdelenmesi gereken bir şey, aslında… Bu dünyanın tamamı Ömür’lerden oluşsaydı, hepsi aynı şeyleri sevip, aynı şeylerden nefret etselerdi, işte o zaman sevmelerin özü bozulurdu; yine insan olurdu olmasına ama bu kez varlığıyla değil yokluğuyla mutluluk getirirdi, herkes yalnız kalmak isterdi: “Kendimden bir tane daha görmek istemiyorum!”

İnsan merak eder, kendi gibi başkaları var mı bilmek ister ve arar da… Ama bu arayışı anlamlı kılan hep farklı insanlarla karşılaşacak olmasıdır. Kendi gibi birisini arar ama bulamaz. Ne mutlu ona; artık bilir çok özel biri olduğunu ama sonra hüzün kaplar birden içini, bardağın boş tarafını görür: “Başka bir deyişle, hiç kimse özel değil!”

Uzun zamandır bir şeyler yazmamıştım. Çünkü yazmak için bir sebep yoktu; ne yazacaktım, kim okuyacaktı? Şimdi niye mi yazdım? Çünkü tanımadığım biri çarpışan arabasıyla bana tosladı ben de ona “Merhaba!” demek istedim.

Birden aklıma geldi:
Eğer bir şeyler yazdıysan ve açık bir kapı bıraktıysan, mutlaka biri gelip okur.
Ömür YANIKOĞLU – 17.10.2010 – 19:34

Ömür YANIKOĞLU
17.10.2010 19:40